Weimar Cumhuriyeti döneminde Berlin, sadece sanat ve kültürün değil, aynı zamanda eşcinsel ve trans bireyler için de bir özgürlük merkezi haline gelmişti. Bu dönemde, Avrupa’nın ve belki de dünyanın en ilerici ve hoşgörülü şehirlerinden biri olarak kabul edilen Berlin, birçok kişi için gerçekleşmesi gereken bir “rüya şehir” olarak algılanmaktaydı.
Netflix’in bu belgeseli, bu kayıp dönemin tozlu sayfalarını çevirip, eşcinsel ve trans bireylerin cesur ve ilham verici yaşamlarını gözler önüne seriyor. Belgesel, o dönemdeki Berlin’in özgür ve kabul edici atmosferini, Nazi rejiminin karanlığının gölgesinde nasıl kaybolduğunu da trajik bir şekilde anlatıyor.
Berlin’in o dönemdeki LGBT yaşamları, kabarelerden ve barlardan gizli kulüplere ve politik aktivizme kadar uzanan geniş bir yelpazeyi kapsıyordu. Bu bireyler, kimliklerini özgürce ifade edebilecekleri ve toplum tarafından dışlanmadan yaşayabilecekleri bir ortamda varlık gösterebiliyorlardı.
Ancak, Nazilerin iktidara gelmesiyle birlikte, Berlin’in özgürlük ve kabul ortamı büyük bir tehdit altına girdi. Eşcinsel ve trans bireyler, sistematik bir şekilde zulüm ve baskılara maruz bırakıldı. Bir zamanlar özgürlük ve kabul simgesi olan Berlin, karanlık bir gölgeye büründü.