Williams, gri gökyüzünün altında, yıkıntılarla dolu Londra sokaklarında yürürken, şehrin ruhuna işlemiş savaşın izlerini hissediyordu. Her köşede, her binada savaşın yarattığı tahribat göze çarpıyordu. Bu karmaşanın ortasında, Williams’ın kendi yaraları da vardı. Yalnızlık, monotonluk ve anlam arayışı onu kemiriyordu. Hayatını bürokratik bir rutine hapsetmiş, gerçek mutluluğu ve tatmini nerede bulacağını unutmuştu. Tam da bu umutsuzluk girdabına kapılmışken, kader ona beklenmedik bir tokat attı. Ölümcül bir hastalıkla yüzleşmek zorunda kalan Williams, hayatının geri kalanını sorgularken, zamanın ne kadar değerli olduğunu ve her anın kıymetini bilmesi gerektiğini anladı. Bu teşhis, onu sıradan hayatından kopararak, gerçek anlam arayışına itti.